Bir din adamının kanlı örgütü!
Bir din adamının kanlı örgütü!
Başbakan Erdoğan; 17 Aralık'ta İstanbul Savcılığı'nın başlattığı operasyondan sonra açık açık bir örgütten söz ediyor. Salı günü, bu örgütü tarihteki başka bir kanlı ve gizli örgüte benzetti. Dedikleri ilginçti: "Bu ihanet operasyonunda maşa olarak kullanılan örgüt, taraftarlarını harekete geçirmiş, hükümete karşı kampanyanın fitilini ateşlemiş. Bir anda itibarsızlaştırma girişimleri başlamış. Uluslararası kirli odakların elinde oyuncak olmuş örgüt, adeta efsunladığı mensuplarını ülkelerinin aleyhine yönlendiriyor. Büyük Selçuklu Devleti'nde Haşhaşiler denen gözü dönmüş gizli örgütün devleti nasıl esir almaya çalıştığını, düşmanla nasıl işbirliğine gittiğini, asırlar önce gördük. Türkiye Cumhuriyeti, bu sinsi virüslere asla geçit vermez."
Başbakan'ın burada tarifini yaptığı örgüt, bundan tam 924 yıl önce ortaya çıkan Haşhaşilere oldukça benziyor. Hele hele şu ifadeler: "Adeta efsunladığı mensuplarını ülkenin aleyhine yönlendiriyor... Sinsi virüsler..."
AFYONLA UYUTTULAR
Tarihte de böyle bir örgüt vardı. O da militanlarını adeta efsunluyor; onlara istedikleri yaptırıyordu. Mısır'daki Fatımi devletinin gizli adamları olan bu örgütün mensupları çok özel biçimde yetiştiriliyorlardı. Hem her yerde vardılar hem de hiçbir yerde yok gibiydiler... İnsanları öldürüyor, korkutuyor; kendi yanına çekiyordu ama şehri arasan birisine bile rastlayamıyordun. Bunlar, özel yetiştirilmiş militanları aracılığıyla devlet içinde devlet oldular ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na kafa tutar hale geldiler.
Örgüt üyelerine, eylemden önce afyon verildiği için bu örgüte "haşişiler", bugünkü söyleyişle de haşhaşiler denildi. O sıralarda Haçlı savaşları başlamıştı ve Hıristiyan Batılılar Suriye hattına hakim olmuşlardı. Bunlar da Haşhaşileri tanıdılar. Batı dünyasında bunlara "haşşaşin" kelimesinin bozuk biçimi olarak "Assassin" dendi. Bu kelimenin halk arasındaki anlamı da "katiller" demektir.
DÜZGÜN MÜSLÜMAN GÖRÜNTÜLÜ
Aslında Haşhaşiler sade bir derviş görüntüsü altındaydılar. Neredeyse bir lokma bir hırka ile yetiniyorlardı. Ama fedailerinin hırkalarının altında hançerler vardı. Bunlar; örgüt başının emrine göre hançerlerini de çekip kullanabiliyorlardı.
Peki ama günümüz örgütünün militanları hançerli mi? Değil... Öyleyse Sayın Erdoğan bağlantıyı nasıl kuruyor? Şöyle düşündüğü anlaşılıyor: Haşhaşiler, hançerli militanlarını kullanıyorlardı; bunlar ise polisi ve yargıyı kullanıyorlar.
Acaba günümüzün örgütü ile Haşhaşiler arasında benzerlikler var mı? Şimdi Haşhaşilerin tarihine doğru bir zaman yolculuğu yapalım ve 1090'a doğru gidelim.
HASAN SABBAH
Sadece Orta Çağ'ın değil belki de insanlık tarihinin en gizemli örgütü oldu Haşhaşiler... Bu örgütü, haşhaş kullanarak militarize eden ve dönemin siyaset mücadelesinde bir aktör haline getiren isim Hasan Sabbah'tı.
Hasan Sabbah İranlı bir Şii ailesinin oğluydu. Rey şehrinde yaşayan ailenin inancı 12 İmamcı Şiilikti.
O sıralarda Mısır'da Fatımi Devleti bulunuyordu. Bu devleti yönetenler Şii inancındandılar. Bağdat'ta ise Abbasi devletini yöneten Sünni halife bulunmaktaydı. Bu iki devlet arasındaki mücadelede; Fatımiler, Irak, İran, Horasan bölgelerine kendi propagandacılarını yolluyorlar; oralarda Batınilik propagandası yaptırıyorlardı. Batınilik; İslam dinindeki ibadet biçimlerini ve hatta Kuran ayetlerini şekle göre değil, kendi politik duruşlarına göre yorumlamıyordu. Bunlar; kendi baş öğretmenlerine (imam-ı masum) bağlanan kişinin namaz, oruç gibi yükümlülüklerden kurtulduğunu da ileri sürebiliyorlardı. Bu tür fikirler hemen hemen 300 senedir İslam dünyasında dile getirilmekteydi.
İşte bu inançtaki Ebu Necm Sırac ile Zarrab adındaki iki Batıni propagandacı genç Hasan'ı almış; kendi inançlarına göre eğitmişlerdi. Bölgedeki en büyük dai (propagandacı) olan Abdülmelik bin Attaş, Hasan Sabbah'ı görünce onun zekasını, ateşli konuşmasını pek beğenmişti. Bu gençin iyice yetiştirilmesi için onu Mısır'a yollama kararı almıştı.
Bu sırada İran Büyük Selçuklu Devleti'nin yönetimi altına girmişti. Hasan Sabbah, Sünni inançtaki Selçuklu yöneticilerinin Rey bölgesindeki Batınileri baskı altında tuttuklarını görüyordu. Kendisi de tehlikedeydi. Bu yüzden yapılan teklifi memnuniyetle kabul etti ve bir kılavuzla birlikte Mısır'a gitti. 1079 yılında İsfehan-Azarbaycan-Suriye hattından Kahire'ye ulaştı.
Kendisi, buradaki Fatımi devletinin tam bir adamı gibi davrandı ve kısa sürede parladı. Öyle ki Fatımi padişahı Mustansır ile dahi görüşme imkanı elde etti.
SİYASETE KARIŞTI
Ama din adamı görüntülü Hasan Sabbah siyasete de pek meraklı idi. Bu yabancı ülkede iken; tanınmışlığını kullanarak devlet işlerine karıştı.
Mısır Fatımi padişahı Mustansır, kendi yerine önce büyük oğlu Nizar'ı veliahd ilan etmişti. Sonra başvezirin etkisi ile bu kararındandan vazgeçti ve diğer oğlu Ahmed el Mustali'yi veliahd olarak ilan etti. Ahmed el Mustali, Başvezir'in kızıyla evliydi. Hasan Sabbah bu çatışmada Nizar'dan yana tavır takındı. Böyle olunca da hem başveziri hem padişahı karşısına almış oldu. Büyük siyasi güçleri karşısına alınca da Mısır'ı terk etmek zorunda kaldı ve Şam üzerinden Horasan'a döndü.
Burada, özellikle kırsal alanda ve camiden uzak yerlerde, "ed-davet el-cedide" yani "Yeni çağrı" adını verdiği Batıni fikirlerini yaymaya başladı. Bu çağrı aslında halkı, Mısır'daki Fatımi devletine bağlamaya yönelikti. Çünkü Hasan Sabbah, Fatımi veliahdı Nizar'ın, imam-ı masum (masum imam) olduğunu söylemekte idi. Bunları yaparken sıradan insanların arasına giriyor; kendisini son derece dindar birisi gibi tanıtıyordu. Sünni ulemanın getirdiği ağır dinsel ibadetler ve zorunlulukların hemen hemen tümünü kendince yaptığı yorumlarla ortadan kaldırıyordu. Tam bir sofu gibi yaşadığından bu da inandırıcı geliyordu. Hiç kuşkusuz ki halkın içinde bulunduğu sıkıntılar; yöneticilerin yaptığı zulümler de Hasan Sabbah'ın işini kolaylaştırıyordu. Böylece Taberistan, Kuhistan, Curcan ve Toharistan, Damgan gibi bölgelerde kendisine pek çok dost edinmişti.
O, işini artık yalnız yapmıyordu. Propaganda işini, yetiştirdiği adamları aracılığı ile yaygınlaştırmaktaydı. Şimdi artık bir örgüt haline gelmişlerdi ve gizlenemeyecek kadar da büyümüş bulunuyorlardı. Süreç onları; kendi bölgelerini yaratmaya doğru itiyordu.
Melikşah'ı bile tehdit ettiler
Hasan Sabah, Alamut'ta kurduğu propagandacı ve fedai teşkilatına güvenerek o sıralar dünyanın en büyük devleti olan Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah'ı bile tehdit edebilmişti. Bunu da bir gösteriye dönüştürerek yapmıştı. Alamut'u ele geçiren Hasan Sabbah'a Sultan Melikşah bir elçi yollamış ve ondan rahat durmasını, çevreye zarar vermemesini istemişti.
Hasan Sabah, elçiyi fedailerinin huzurunda kabul etmişti. Elçi sözünü bitirdikten sonra Hasan Sabbah adamlarına sordu:
"Sizden bir görev isteyeceğim. Hanginiz yapmak istersiniz"
Adamların tümü birden bağırdı:
"Senin yoluna canımızı vermeye hazırız!"
Bunun üzerine Hasan sabah onlardan birisini çağırdı ve "İntihar et!" dedi.
Bu emir üzerine fedai derhal hançerini çekti, kendi göğsüne sapladı ve orada öldü.
Hasan Sabbah daha sonra başka bir fedaiye kale duvarını göstererek emretti:
"Kendini şuradan aşağı at!"
Fedai hiç itiraz etmeden gitti, kendisini kaleden attı, kayalıklarda parça parça oldu.
Hasan Sabbah bundan sonra Selçuklu elçisine döndü ve şöyle dedi:
"Git, bunları Melikşah'a anlat. Emrinde bunlar gibi daha 20 bin fedai vardır. Kendisine cevabım budur."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Tel : 0312 484 23 84 0541 200 20 19 0533 966 12 89 | Faks : 485 04 53 | Haber Yazılımı: CM Bilişim